Yaşatarak öğretme prensibi ile Anadolu’dan başlayan aydınlanmanın ilk adımıdır köy enstitüleri. Anadolu’nun en ücra köşelerini ilim, bilim ve sanat ile buluşturan ve ülke geleceği için atılan en başarılı adım olan bu eğitim yuvaları hakkında ne kadar bilgi sahibisiniz?
Geçtiğim Nisan ayında kutladığımız 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın yanı sıra özel bir gün daha vardı. Köy Enstitüleri’nin 79. kuruluş yıl dönümü. Logosunda Türk bayrağı, yemyeşil bir köy ve evler olan eğitim yuvalarından bahsedeceğiz size…
Üretirken öğrenmenin ne demek olduğunu gerçek manasıyla uygulandığı, içerisinde müzik, tiyatro, edebiyat, spor, tıp ve el sanatları gibi birçok alanın olduğu bir eğitim sisteminin adı; Köy Enstitüleri…
Cumhuriyetin ilanından 14 yıl sonra, nüfusun %80’inin yaşadığı köylerde okul sayısı yok denilecek kadar az, var olanların hemen hepsi tek sınıflıydı. Köy Enstitüleri fikir sahiplerinden birisi olan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL, yaptığı bir konuşmada; “Şehirlerde oturan vatandaşların çocuklarının %80’i okula gidiyor. 16 milyon nüfusun olduğu bir ülkede, 13 milyon vatandaş köyde yaşıyor ve burada yaşayanların çocuklarının ancak %25’i okula gidebiliyor.” demiştir.
1940 yılında 6 yaşın üzerindeki nüfusun %78’i, köyde yaşayanların ise %90’ı okuryazar olmadığı için üzülen biri vardı; Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Türkiye Cumhuriyeti’nin layık olduğu yere ulaşması için Anadolu’da bulunan her köyün aydınlanarak kalkınmaso gerektiğine inanan Atatürk’ün öncülüğünde, Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un çabalarıyla kurulan bir eğitim kurumu olan Köy Enstitüleri, yerel önder aydınlar yetiştirmeyi amaçlamıştır.
İlköğretim Genel Müdür’ü İsmail Hakkı Tonguç, Anaokulu’daki köyleri tek tek gezdi ve bir rapor hazırlayarak başladı çalışmaya. 40 bin köyün olduğu Anaokulu’da sadece 6 bin öğretmenin olması, yepyeni bir eğitim sistemi kurmayı zorunlu hale getiriyordu. Çünkü eğitim imtiyazlı kesimin, köylerde toprak ağalarının elindeydi.
Burada yaşayan kız ve erkek çocuklar, ağalara yardımcı olacak şekilde büyüyor, ülke geleceğine katkı sağlayamıyorlardı. Hazırlanan rapora göre Hasan Ali Yücel, ülkeyi 21 bölgeye ayırdı ve trene yakın olan yerlerde öğretmen yetiştirmek için enstitüler kurulması talimatı verdi. Bu enstitülerde köyleri kalkındıracak öğrencilere, 5 yıl boyunca temel eğitimin yanı sıra modern tarım tekniklerinden marangozluğa, klasik müzikten hasta tedavisine kadar her konuda eğitim verilecek ve yerel aydın önderler yetiştirilecekti. Böylelikle köylerin kalkınması, yine o köylerden çıkmış, aydınlık öğretmenlere emanet edilecekti. Bu hem geri kalmış bölgeleri kalkındıracak hem de yokluktan dolayı meydana gelecek göçü engelleyecekti. 20 yıllık kalkınma planı hazırlayan Tonguç’un raporuna göre, 1955-1956 eğitim öğretim yılına gelindiğinde okulsuz, öğretmensiz ve eğitimsiz kalmış köy kalmayacaktı.
1935 yılında çalışmalarına başlanan ve 17 Nisan 1940 tarihinde mecliste kabul edilen yeni eğitim sisteminde, ‘eğitim içinde üretim, üretim içinde eğitim’ felsefesi benimsendi. Burada kızlar ve erkekler karma şekilde eğitimler görüyor, becerilerine göre seçecekleri alanlarda uygulamalı eğitimler alıyorlardı. Kendi içinde alanlara ayrılmış eğitim şeklinin olduğu köy enstitülerinde; demircilik, dülgerlik, yapıcılık, biçki dikiş, örgücülük ve dokumacılık, ziraat sanatları ve sağlık memurluğu kollarında eğitimler verildi. Bunların yanı sıra piyanoyu, köy enstitülerinde eğitim gören her öğrenci çalabiliyordu. Aşık Veysel gibi üstatlardan enstrüman ve müzik eğitimi aldılar. Hem Anadolu türkülerini hem de klasik batı müziğini en iyi şekilde öğrendiler. Bugün bile birçok kişinin okumakta zorlandığı dünya klasiklerinden her öğrenci, yılda 25 tane okumak zorundaydı. Kendi binalarını kendileri yaptılar, modern tarım tekniklerini, makinelerini, ekip biçmeyi kısacası üretmeyi öğrendiler. Kendi ekmeklerini pişirip, kendi sebze meyvelerini ektiler. Sağlığın yanı sıra el işi eğitimleri de aldılar. Tek bir amaç vardı; Eğitim bitip, 5 yılın sonunda köylerine geri döndüklerinde, doğup büyüdüğü toprakları daha aydınlık hale getirmekti.
Anadolu’da binlerce yıl sonra kurulan ilk amfi tiyatronun, köy enstitüsünde eğitim gören öğrenciler tarafından yapıldığını ve bu amfi tiyatroda çevre köylerden gelen izleyicilere, şiirler okunup müzik gösterileri yapıldığını, Moliere, Sophokles, Shakespeare ve daha birçok dünya klasiğinin tiyatro oyunu haline getirip sahnelendiğini biliyor muydunuz?
Köy ağalarının himayesinden koparılıp, aydınlık yarınlar için çabalayan bir nesil yetiştirilmek için her türlü imkanı kullanan köy enstitülerinde, cumartesi günleri tartışmalara ayrıldığı için ders yapılmazdı. Cumartesi günleri öğrenciler akıllarına takılan ve haksızlık yapıldığını düşündüğü konuları hiç çekinmeden sorarak ilgili kişiden cevap beklerdi. Buna okul müdürü ve öğretmenler dahil idi. Köy enstitülü öğrenciler saygı ve eşitlik çerçevesinde eğitiliyorlardı. Örneğin, herkes aynı kazanda pişen yemeği, aynı kaplardan yararlanarak aynı yemekhanede yiyordu. Köy enstitülerinde işlerin büyük çoğunluğunu yönetici, öğretmen ve öğrenci üçlüsü birlikte gerçekleştiriyordu. Ambardan erzak çıkarma da içinde olmak üzere, her bölümün işleri, öğretmen ve yöneticilerle nöbetçi öğrencilerin ve öğrenci başkanının gözetiminde yapılıyordu. Bu düzenin devamlılığı için köy enstitülerini tek tek gezen ve sık sık genelgeler yollayan Tonguç, cumartesi günü herkesin duyabileceği şekilde tüm enstitülerde okunmasını istediği bir genelge yayımlar. Genelde içeriği şu şekildedir; “Hiçbir öğretmen, hiçbir öğrenciye el kaldıramaz. Kötü söz söyleyemez. Eğer yaparsa, öğrencinin de aynı şekilde mukabele etmek hakkıdır.”
Köy çocuklarına ilim, bilim, tıp ve sanatın yanı sıra ziraatçılık, bağcılık, arıcılık, duvarcılık, balıkçılık, marangozluk, demircilik, terzilik öğreten ve ileri ahlaka sahip bir nesil yetiştirmeyi hedefleyen Köy Enstitüleri daha 1940’lı yıllarda başarıya ulaştı. O kadar başarılı olmuştu ki, Türkiye’nin en ücra köşelerinde keman, piyano, mandolin ile Mozart’ın parçalarını çalan, tiyatro oyunu sergileyen 8 bin öğretmen mezun olarak köylerine geri umut ışığı olarak geri döndüler.
Nobel Kimya ödülünü alan Prof. Dr. Aziz Sancar, yaptığı bir konuşmada “Beni yetiştiren köy enstitüsü mezunlarıdır” dediği köy enstitüleri, daha ilk günden itibaren toprak ve köy ağalarının karşı geldiği bir sistemdi. 1946’da Hasan Ali Yücel görevden alındı. Tonguç’un deyişiyle “Köy Enstitülerinin kalbi” olan Yüksek Köy Enstitüsü, daha 213 mezun verebilmişken 27 Kasım 1947’de kapatıldı. Öğretmen adaylarına tarım ve teknik alanda verilen ek eğitimler kaldırıldı. Okuma etkinlikleri kısıtlandı ve okuma saatlerine son verildi. 27 Ocak 1954’te ise Türkiye’nin geleceğini yetiştiren köy enstitüleri tamamen kapatılarak öğretmen okullarına dönüştürüldü.